EZGİLİ YÜREK RUHİ SU ÜZERİNE
Abidin Dino`nun deyimiyle “...Hitit yontusu gibi genç ve ölümsüz” Ruhi Su`nun 100. doğum yılını kutluyoruz, gür sesimizle ve hep birlikte ‘bu dünyadan iyi ki Ruhi Su geçti ve iyi ki doğdun!´ diyoruz.
Ben de bu vesileyle Mekin Dinçer`in arşivinden yararlanılarak oluşturulmuş ve Adam Yayınları tarafından okuyucuya ulaştırılan Ezgili Yürek Ruhi Su adlı kitaptan söz etmek istiyorum.
Kitapta Ruhi Su`nun
kendisine ait şiir ve yazılara yer verilmiş; dolayısıyla kitap, Ruhi Su`ya ithaf
edilmiş şiirler ve de çeşitli dergi ve gazetelerde yapılmış söyleşilerden
oluşuyor. Kitabın detaylarına girmeden önce sanat eleştirmeni John Ruskin`in
resim sanatı için yaptığı değerlendirmeyi hatırlamakta yarar var: “Sanat; kafa,
bilek ve yürek işidir.” John Ruskin`in resim sanatına ilişkin değerlendirmesini
müzik sanatına uyarlayacak olursak, Ruhi Su, sadece müzik insanı değil, aynı
zamanda kültür insanıdır. Yani J. Ruskin`in belirlemesinden de anlaşılacağı
gibi Ruhi Su sanatını bilgi, çalışma ve insan sevgisiyle kurmuş ve de duyarak
oluşturmuştur. Ezgili Yürek Ruhi Su adlı çalışmada çeşitli konularda dikkati
çeken belirleme ve düşünceler bulunuyor; hepsinden sözetmek oldukça detaylı bir
yazı yazmayı gerektirir. Ancak kendi ‘keşfim’le önemli bulduğum ve etkilendiğim
birkaç düşünce ve yaklaşımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ruhi Su yazı ve söyleşilerinin pek çoğunda insan sesine vurgu yapıyor, hatta enstrümanlar içerisinde en önemlisinin insan sesi olduğunu belirtiyor. Müzik tarihi bilgilerimizi yokladığımızda, tarihte ilk enstrümanın insan sesi olduğunu biliyoruz. Geleneksel müzikte, insan sesi enstrümanla özdeşleştirildiğinden birbirinden ayırmamız oldukça güçtür ve bu konu müzik türlerinin icralarındaki farklılıklardan dolayıdır. İnsan sesi ve enstrüman bağlamında vurgulanmaya çalışılan, bir müzisyen mevcut enstrümanın tüm olanaklarına sahip olmalıdır ve bunun için uzun soluklu teknik eğitim görmesi lazımdır. Bu noktadan hareket eden Ruhi Su, sanatın eğitiminden yani sanatın bilgisinden sözeder. Yaygın kullanılan bir deyim vardır ‘alaylı olmak’. Bu konuda görüş bildirilmese de ‘Ruhi Su Dostlar Korosu’ örneğinden de anlaşıldığı üzere Ruhi Su, sözünü ettiği teknik eğitimi öğrencilerine ve koristlerine uygulayabilmiştir. Kısacası ‘alaylı ya da mektepli olmak’ gözetmeksizin, müziğin teknik eğitimini almanın gerekliliğine vurgu yapması son derece önemlidir.
Ruhi Su`yla yapılan söyleşilerde ‘halk gibi söylemek’ deyimi epeyce yer kaplar. Halk gibi söylemenin mümkün olamayacağını iyi bir örnekle açıklıyor, biz de bu iyi örneği alalım. Halk müziğinde ‘Sümmani Ağzı’ diye bir söyleyiş vardır; ve der ki: “Sümmani eğer halk gibi söylemiş olsaydı, ‘Sümmani Ağzı’ denilen özgün söyleyiş bugüne taşınamayacaktı. Dünden bugüne adını andığımız tüm ozanlar sesleri ve kültürlerinin koşulları içinde icralarını gerçekleştiriyor”. Diğer türlü halk gibi söylemenin kötü bir taklitten öteye gidemeyeceğini bize duyuruyor.Sanatçının, bu konuda yaptığı önemli bir saptama da, “halk türküleri ortak bir sanat olup, içinde bulunulan kültürde herkesin kendisinde anlam bulduğu yerdir...” demesidir.
Gene bu konu bağlamında otantiklik meselesinde de diyalektik bir yaklaşımla önermede bulunur. Otantizm dendiğinde neredeyse değişmeyen, donmuş, statik bir olgudan sözedilir. Oysa Ruhi Su bu görüşü reddeder ve otantikliğin felsefi boyutuyla irdelendiğinde, aslında değişen koşullarla değişim gösterdiğinden bahseder. Bu nedenle de halkın değişen koşullar içerisinde giyimi, zevkleri ve tabii ki türküleri de değişmiştir. Otantizm konusunu ekonomi-politiğin kavramlarıyla hatırlamak gerekirse; gelişen üretim araçları ve üretim ilişkileri toplumlarda her şeyi değiştirdiği gibi doğal olarak halkın türkülerinde de önemli değişiklikler meydana getirmiştir.
Ruhi Su, sanatın teorik tanımlamalarında da berraktır ve kendi söylemiyle gerçekçi sanattan yanadır. Sıkça sorulan bir sorudur: Sanat sanat için mi, halk için mi? Bu soru kendisine yöneltildiğinde “...toplumcu sanattan yalnızca sanatta gerçekçiliği anlıyorum, sanat insan içindir” der. Kaynağını hayattan alan sanat gene insana döner ve insan için yapılır. Bu nedenle Ruhi Su, gerçekçi sanat yaklaşımı çerçevesinde sanat görüşünü oluşturmuştur. Sanat görüşünde; öz, biçim, estetik ve dünya görüşünü birbirinden ayırmaz. Ancak kimi özel koşullarda bu dört belirlemeden birisinin öne çıkabileceğini ve bunun da anlaşılması gereken bir durum olduğunu söyler.Sanatçının hem dünyada hem de kendi coğrafyasında tanık olduklarına karşı duyarsız kalmaması gerektiği görüşündedir Ruhi Su. Ve bu sayede yaşamı yansıtan “sanat toplumsal gelişmelerin ne dışında ne de arkasında yürümeli, sanat hayatla yan yana olmalı” der. Böylesine derinlikli ve gerçekçi bir sanat belirlemesinin ardından başka bir cümle kurmak gerekmiyor. Evet, sanat hayatla yan yana yürümeli...
Ruhi Su`ya göre müzik toplumların ikinci dilidir, hatta bu dil ‘anadil’dir. Bu nedenle insan kendi anadilinde müziği daha iyi anlar görüşündedir. İnsan ve dil bağlamında anadil meselesi önemli bir yere sahiptir ve epey bir süre daha öneminden sözedileceğe benziyor. Anadolu`da farklı kültürlerden sıkça bahsediyor olmasına rağmen farklı dil ya da anadillerden hiç söz etmemiş olması oldukça dikkat çekicidir.
Bilindiği gibi müzik sanatında çokseslilik kavramı şüphesiz önemli bir yere sahiptir. Üretim ilişkilerinin değişime uğramasıyla, toplumun müzik algısı ve müziği yapma biçimlerinin de değişime uğradığından sözetmek gerekiyor. Ruhi Su bu bağlamda toplumun değişen müzik algısının yanı sıra oluşturulan anayasalar arasında bir paralellik kurulduğuna işaret eder. Müzik tarihi bilgimizi toplumlar tarihiyle yan yana getirdiğimizde 16. ve 17. Yüzyıllarda kapitalizmin gelişmesiyle birlikte müzikte çoksesli eserler duymaya başlıyoruz. Kapitalist toplumlardaki sınıf çelişkilerini müziğin gelişmiş tarzı olan çokseslilik yöntemiyle göstermek olasıdır. Yakın tarihten bir başka açıdan örnek verecek olursak, 2 Temmuz 1993 Sivas yangınını tek bir enstrümanla anlatmak yerine çoksesli müziğin olanaklarıyla anlatmak mümkün: Yangın sesi, çığlık sesleri, kaos ve ‘yakın yakın’ nidaları... Ruhi Su çokseslilik meselesinin son tahlilde bir kültür ve eğitim meselesi olduğunu söylüyor; bunun da temelinde ekonomik olguların bulunduğuna inanıyor.
Ruhi Su, ‘devrimci müzik’ kategorisini doğru bulmuyor, söz ve içeriğin bu konuda bizi yanılttığını ve eğer varsa böyle bir kategori bunun da gene çoksesli olabileceğine vurgu yaparken şu ifadelerin altını çiziyor: “Devrim sözcüğünden uygarlığa, özgürlüğe ve insanca yaşama yönelik çabaları anlıyorum. İster hazırlayıcısı olsun ister yaratıcısı olsun, sanatın da hem bu çabaların içinde hem de bu çabaların bir sonucu olarak var olması gerekir.”
Değişen toplumsal koşullar sayesinde arabesk müzik hakkında bugün de geçerliliği olan görüşler öne süren de o`dur. Konuya dair şöyle söyler: “Ana teması kadercilik olan bu müziğin köylerden kentlere göçen insanların dinlediği, kentleşmenin başlamasıyla beliren sorunların bu müzik türünü oluşturmasıyla devam eder. Arabesk, bir bunalım müziğidir.” Ancak teknik olarak halk müziği ve klasik Türk müziğinin yozlaşmasıyla oluştuğunu söyler. Müziğin endüstrileşmesini şimdilerde söylemek hiç kaçınılmazken, Ruhi Su yaşadığı dönemlerde bunu berrakça dillendirmiştir; bu da onun, konuya ekonomi-politiğin kavramlarıyla baktığının göstergesidir.
Sanatındaki başarıyı; gördüğü eğitime, halkıyla olan sıkı ilişkisine, özellikle eserleri seslendirirken gereksiz süslemelere başvurmadan çağdaşça söyleyişi ve bunu sevgiyle yapmasına bağlıyor. Ve barıştan sözetmek gerekirse, Ruhi Su`nun da dediği gibi “barış duygusunu geliştiren en güçlü etken müziktir bence, marşlar bile barış için çalındığı zaman güzeldir!” Barış marşlarını çalacağımız günlerin özlemiyle, doğum günün bir kez daha kutlu olsun Ruhi Su!
ÖZDEN ÇİÇEK
08.11.2012 / Hannover