GÖÇMEK YA DA GİTMEK





 ‘İklimlerin değişmesi ve buna bağlı olarak da beslenmenin ve barınmanın zorlaşması insan topluluklarının göçüne sebep olmuştur’, gibi genel geçer bilgilerden ziyade gündelik, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal yaşamımızda önemli bir dönüm noktası olan ‘gitmek’ eylemini de içinde barındıran ‘göç’ten bahsetmek istiyorum.

Resmi olarak 31 Ekim 1961‘de Türkiye ile Almanya arasında Bad Godesburg’da imzalanan İşgücü Anlaşması’nın yürürlüğe girdiği günden bugüne dek tam elli yıl geçmiş. Bu nedenle Almanya’nın pek çok şehrinde ‘Göçün Ellinci Yılı’ adı altında çeşitli etkinlikler düzenleniyor. Etkinliklerin bazılarında doğal olarak yazıya ve kağıda sığdırılmaya çalışılan anlatılar, tespitler, öyküler, şiirler de yer alıyor. Ancak elli yıl önce başlayan ‘Misafir İşçi’ tanımı bugün yerini  ‘Türkiyeli Göçmenlere’ bırakmış durumda; dünden bugüne bu hızlı yer değiştirme hareketini önceden öngörmenin kolay olmadığını düşünüyorum.

Herhangi bir konuda belirlemeler yapmadan önce yöntem olarak, tartışmaya çalışılan ve üzerinde durulan kavramların içeriğinin ne olduğunun açıklanması gerekir. Bu nedenle öncelikle ‘göç nedir’ sorusunu yanıtlamak gerekir. Göç, ‘kişilerin gelecekte hayatlarının tamamını veya bir parçasını geçirmek üzere tamamen ya da geçici bir süre ile bir yerden başka bir yere yerleşmek kaydıyla yaptıkları coğrafik yer değiştirme hareketidir’. Göç, toplumun sosyal, kültürel, ekonomik ve politika gibi alanlarıya yakından ilişkili ve o toplumu derinden etkileyen sosyal bir olaydır. Göç, bu nedenle yalnızca sosyolojinin konusu olmayıp; antropoloji, siyaset bilimi, demografi, istatistik gibi bilim dallarının da konusudur.
Göçler, nedenleri itibariyle zorunlu ve gönüllülük kapsamında değerlendirilirken, çeşitleri bakımında da; ekonomik nedenli, savaş kökenli, siyasi, eğitim ve ailevi nedenlerle ortaya çıkmaktadır.



Ancak pek çok toplumsal olayın kökeninde ekonomik sebeplere rastlamak ve de sonuçlarıyla karşılaşmak kaçınılmazdır; bu nedenle kapitalizmin gelişmesiyle birlikte ucuz işgücüne ihtiyaç duyulması göçün en belirleyici nedeni olmuştur dersek yanılmış olmayız. Bu nedenle ucuz işgücü dünya genelinde göç hareketlerine kaynaklık etmiş ve bu sebeple de göçü geliştirmiştir. Kapitalist ülkeler bu süreçte zorunlu olarak ‘çok uluslu, çok dilli, çok inançlı’ ülkelere dönüştüler. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında Almanya ekonomik toparlanma sürecini tek başına gerçekleştiremeyeceğinden dolayı, doğal olarak ucuz işgücüne yani ‘Misafir İşçi’lere ihtiyaç duymuştu.
Bu nedenle 1954 yılı itibariyle ilkin İtalyanlar, İspanyollar, Yunanlılar ve bildiğimiz üzere 1961 yılında Türkiyelilerin Almanya’ya göçü başladı. Pek tabii 1961 yılı öncesinde de sayıları az olmakla birlikte Türkiyeliler Almanya coğrafyasında mevcuttu, bu mevcutluğu bildiren kimi romanlara, şiirlere, anlatılara rastlamak mümkün.

Yazının başında da söylemeye çalıştığım gibi göç, gerek ülke içerisinde gerekse bir ülke ile yabancı ülkeler arasında süreklilik gösteren nüfus hareketleridir aynı zamanda. Nüfussal  hareket olan göçler, doğal olarak insanlık tarihiyle yaşıttır ve insan varolduğu sürece hiç durmaksızın devam edeceğe benzemektedir.
Almanya’ya göçü derinlemesine irdelemek elbette bu yazının konusu değildir; anlatılmaya çalışılan,  göçün ellinci yılı vesilesiyle -detaylı olmamakla birlikte- temel bilgileri bir arada bulundurmak ve genel bir panorama oluşturma isteğidir. Ancak bunların yanı sıra, ‘gitmek’ eylemini de içinde barındıran ‘göç’ün insan hayatında olumluluklar taşıdığından söz etmek gerekir. Konunun önemi ve ağırlığı sebebiyle bu süreçte hatırı sayılır yazı, şiir ve öykü okudum; ancak  yer yer öne çıkan duygunun ‘dram’ olduğunu farkettim. Bu dramatize edilmiş yazı ve şiirlerin karşısına içimden Can Yücel’in ‘Gitmek’ şiirindeki dizeleriyle karşı koymak geldi. Ki bu konuda, gitme cesaretini ve dahası ‘göçüp gitme’ cesaretini tetikleyen epeyce yazı, şiir vs. var. 

‘Bu günlerde herkes gitmek istiyor
  Küçük bir sahil kasabasına
  Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

    .....

  Gittiğim olmadı hiç.
  Ama olsun... istemek de güzel.!’’

Ya gitmeler olmasaydı insanın kendini keşfetmesi, potansiyelini ortaya çıkarması mümkün olabilir miydi? Ya da yıllar yılı birlikte yaşayan ve  yerleşik hayatlarına  rağmen, insanın insana bunca yabancılık duyması neyle açıklanabilir? Bir bütün olarak göçmek ya da gitmek fiili benim için olumsuzu dahası 'dramı' oluşturmuyor. Aksine isteyerek yapılmışsa göç, yaşamını zenginleştirecek bir olumluluk taşır. Çünkü tercihen yapılmış göçte, yaratıcı ve yeni yaşam deneyimlerine olanak sağlayan, birey ve toplulukları zenginleştirdikçe yaşamı anlamlı kılan bir yan bulunur.Tarihte toplumların birçok olumsuz örnekleriyle karşılaşsak da göçmek bir başka anlamıyla da, bir özgürlük arayışıdır ve bu arayış yaşadığımız yüzyılda daha da gelişmektedir.

Göçle başlayan özgürlük arayışı günlük yaşam telaşı içinde nasıl bir yer bulduğu tartışmaya açık dursa da, sanat ilgilisi olanlar için aslında söylenmeye çalışıldığı gibi bu boyutuyla da özgürlük alanları yaratılmasında katkı sağlayabilir. Pek tabii, kişiler için  koşul ve imkân göreceliliğini de akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Almanya’da azımsanmayacak oranda sanatın farklı alanlarında iyi ve nitelikli eserler veren sanat ilgilisi ya da sanat uğraşısı içinde olan kişiler var. İsimlerini duyuran edebiyatçılar, müzisyenler ve sinemacılarla her an karşılaşabiliyorsunuz.

Burada öne çıkan, yaşadığımız koşullar itibariyle, çeşitli imkânlar oluşturabilmek ve oluşturduğumuz imkânlar içerisinde kendimizi gerçekleştirme çabasını elden bırakmamak gerektiğidir. İçimizdeki dahası zihnimizdeki sınırları ortadan kaldırma hareketi olarak ‘göçmek ya da gitmek’,  özgürlük arayışı içerisinde bir serüvenci olabilmektir.
 
 

Özden Çiçek
 
 03.09.2012 / Hannover