ÇİRKİN KRAL`IN ARDINDAN
Türkiye edebiyatının önemli yazarlarından
İnci Aral`ın, Yılmaz Güney`in yaşamını konu alan kurgu romanı Sevgili (Kırmızıkedi
Yayınevi), okurlarla
buluştu.
Kitap yayımlanır yayımlanmaz
çeşitli tartışma ve spekülasyonlar beraberinde gelse de, yazının konusu kitabı
tanıtmak olmayacak. Aksine Sevgili romanından
sonra Yılmaz Güney`i filmlerinin dışında kendi yazıları ve çeşitli anlatımlarla
detaylı tanımak fikrinden hareketle, bir değerlendirme yazısı oluşturabilmek.
Yılmaz Güney`in iyi bir sinemacı olmasının yanında düşünce, kültür ve eylem insanı olduğunu bir
kez daha hatırlamakta fayda var.
En başından söylemek gerekirse
Yılmaz Güney, sanatıyla bir paradigma değişikliği oluşturan ender sanatçılardan
biridir. Üstelik ülke gerçeklerinden
esinlendiği sanat eserleri sayesinde evrensel öneme de sahip olmuştur. Buradan
hareketle Sabahattin Ali, Ruhi Su, Nazım
Hikmet ve Yılmaz Güney gibi sanatçıların sanat ve siyasal kimlikleriyle sınıf
kimliklerinin yan yana yürüdüğünü
görürüz.
Yılmaz Güney, bulunduğu
ortamlarda yaptığı konuşmalar ve özellikle siyasal meselelere ilgisi ve de yaklaşımı
sayesinde, onun düşünce ve siyaset insanı da olduğunu söylebiliriz. Diğer türlü
sadece sinema filmi çektiğini söylersek, bir gözümüzü kapatmış olacağız.
Filmlerinde ekonomik sorunlar, sınıfsal farklılıklar, emek gaspı, ulusal sorun,
kadın sorunu...gibi konuları rahatlıkla görebiliyoruz. Denilebilinir ki;
Türkiye tarihini anlatan yüzlerce ya da binlerce kitaplar içersinden Yılmaz
Güney`in sineması ayrıca önemli bir
olanaktır bizler için.
Elbette çok yönlü bir sanat insanıyla
karşı karşıya olduğumuzu bilmemiz gerekiyor. Yazdığı romanlar, şiirler ve
öyküler edebiyat alanına girmiş önemli eserler olarak da kendisini koruyor.
Kaldı ki sinemasında izlediği yolu edebi
eserlerinde de izlemiştir. Konular ve kişiler gerçek yaşamın karakterleridir: işsiz
kalan, sömürülen, ezilen, bedenini satan... insanı konu etmiştir. Diğer
taraftan yaşam içinden seçtiği konulara nedensellik ilkesini de akılda tutarak
göstermiştir okuyucuya.

Bildiğimiz üzereYılmaz Güney, herhangi bir sinema okuluna gitmedi. Ancak
çok küçük yaşlardan itibaren sinemaya ilgi duymaya başlamış, şehre gelen her
filmi büyük bir ilgiyle hafızasında saklı tutmuştur. Daha sonra dönemin sinema
ustalarından edindiği deneyimlerle bilgisini pekiştirecek , sinema ufkunu ve
dünyasını bir tuğla işçisi gibi günbegün örecektir.
Bir diğer konuda Yılmaz Güney,
slogan düzeyine indirgenmiş bir sanat tutumunu reddeder. Üstelik bununla kalmayıp slogan
düzeyine inen siyaseti de irdeleyecek kadar derinlikli ve temkinli bir yaklaşım
içersindedir. Kimileri için sanatı siyasetin gölgesinde kaldığı söylenir, oysa;
siyasi kişiliği olmasaydı sanatı bu
denli gelişkin olur muydu? Ya da dünya sinemasında yer edinmiş Yol filminin adını bu denli duyabilmemiz
mümkün olur muydu? Bu anlamıyla estetikbilimci John Ruskin`in belirlemesinde
olduğu gibi Yılmaz Güney; kafası, bileği
ve yüreğiyle sanatını oluşturdu.
Kırk yedi yıllık yaşamı içersinde
yüzü aşkın film, sayısız filme yönetmenlik ve elliden fazla yazılmış senaryolar
mevcuttur. Diğer yandan farklı türlerde
yazılmış edebi eserleri ve siyasal yazıları bize derinlikli gözlem yeteneğine
sahip, düşünen ve üreten bir sanatçıdan söz ettiğimizi gösteriyor. Üstelik ülke
koşullarına paralel tutsaklık günleri ve yıllarına rağmen o, düşünmekten ve
yaratma eyleminden asla geri durmamıştır. Sevgili
romanında da bahseldildiği gibi ‘zor günlerin adamı’dır Yılmaz Güney. Bir yanda sevdiği insanla hayat sürdürme
çabasının yanı sıra, diğer yanda da devrimci
sanatını sinemaya aktarma uğraşısı hiç kolay olmadı bunca hapislik ve sürgün
yaşamına rağmen. Bu anlamıyla sinemasını yani sanatını sınıf kavgasının bir nedeni
olarak görüyordu. Yaşamının son
dönemlerinde bir şeyi daha kendine sorun etmişti. O da sınıf eksenli tüm
yapıların birliğinden yana bir tutum sergileme ve bunun örgütlenmesini sağlamak
idi.
Düşündükleriyle ve eyledikleriyle
insanın her halini bize gösteren biridir
o. Fikirlerinde, davranışlarında ve sanatında insanın gelişim sonucu, nerelere
varacağını gösteriyor bizlere. Dahası ilkin derinlikli kavrayışın bir
insanı, hangi bilinç koşullarına taşıdığının bir örneğidir de aynı
zamanda.
“Arkadaşlar!
Dışarıda bir şeyler oluyor, farkında mısınız? Uykuda olanları sarsın,
uyandırın. Herkese söyleyin, yakında ışıklar kesilebilir. Karanlıkta ne
yapacaksınız?”
Yılmaz Güney bu sözüyle, karanlıkta el yordamıyla yürünemeyeceğine işaret ediyor.
Bizlere bir ışık gereklidir ve o ışığın
ancak ve ancak bilimsel materyalizm olduğunu duyuruyor. Ve elimizdeki ışık eğer sanat ise, o da kaynağını
hayattan almalıdır. Biz sanat ilgilileri için en görkemli ışığın, toplumcu
sanattan yana tutum göstermek olduğunu öğütlüyor. Aydınlığa çıkmak için sanat
bir ışık ise, sanatın ışık saçan örneklerini bilmek, okumak, izlemek ve görmek
biz sanat ilgilileri için önemli bir ödev/görev olsa gerek. Şan olsun güzel ve
umutlu şeylerin yaratıcılarına, şan olsun Yılmaz Güney`lere!
Özden Çiçek
03.09.2017 / Hannover