SANAT VE SANATÇI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Sanat, insanlığın tarihsel gelişiminin her evresinde
özellikle de toplumsal hareket ve dönüşümlerle birlikte önemli bir etki alanı
olarak karşımıza çıkar. Sanat, toplumları dönüştürmek için yeterli midir? Sanatsız
insan ya da insansız sanat mümkün mü ? Tüm bu sorulara cevap vermek şöyle
dursun, ilk önce sanatın tarifini yapmakla yazıyı geliştirmeye çalışalım.
Sanat; yaşamda herhangi bir olayı ve olguyu görünür kılma
çabasıdır. Sanatın yaygın tarifleri içerisinde duygu, düşünce ve yaratıcılık
gibi kavramlar yer alsa da, tarif edilmeye çalışılan gerçeklikle sanat
arasındaki ilişki ve sanatın insan araştırması olan yanıdır. Sanat da
nihayetinde bilgi, teknik, düşünce ve duyguyla oluşan bütünlüklü ve derinlikli bir alandır.
Örneğin müzik yapılmak istenildiğinde asgari düzeyde müziğin teknik bilgisi edinilince
nitelikli ve kalıcı eserler vermek mümkünken, müziğin yüksek ve nitelikli
örneklerinden de haberdar olmak gereklidir. Yine roman ya da şiir yazmak isteyen birisinin hem Türkiye, hem de
dünya edebiyatından haberdar olması gerekmektedir. Diğer türlü yazılan şey okuyucuya bir biçimiyle ulaşsa da,
yetkin olmayan biçimde üretilen şeyin,
kalıcı bir ‘eser’ olabilmesi oldukça
zayıftır. Verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi sanat bilgiyi içerdiği
gibi, aynı zamanda yetkinlik gerektiren
bir alanın faaliyeti olduğu belirlemesi oldukça açıktır.
Kendi içindeki ve dışındaki tüm ilişkiler, duygu ve
düşünceler bütününü yeniden üreten kişiye sanatçı denir. Sanatçı yarattığı
sanat eserinde, söylenmemiş olanı söylediği gibi; taşıdığı ya da yansıttığı
dünya görüşü, sanat izleyicileri ve alıcıları tarafından görülür özellikler
taşır. Estetik biliminden hareketle sanatçı, sanat eserlerindeki ve çevresindeki
güzellikleri algılamada yetkin ve güzele aşina olan kişidir.’’ Bu çerçevede
diyebiliriz ki, sanatın ve de sanatçının dili gündelik dilden ayrı olması
gerektiği gibi, olayları ve olguları kavrayışı da gündelik bilinçten farklı,
hatta yetkin bir bilinç düzeyinde olmalıdır. Böylelikle sanatın dili özgündür
tespitinin yanı sıra, sanatçı da yeniliği ve özgünlüğü temsil edendir. Peki
sanat ekmek peşinde koşarsa sanat olmaktan çıkar mı? Sosyo–ekonomik belirleme
içersinde sanat, kültür endrüstrisinin içinde meta üreticisi haline de gelebilir
mi? Buna benzer soru ve yaklaşımları
çoğaltmak mümkün. Sanat nasıl üretilmeli ya da sanat neyi üretir? Dahası
gerekli midir?
En son sorudan cevaplar aramaya başlarsak; insanın varoluşuyla başlayan sanat, insanla anlam bulan, insanın kendi benliğinin ötesinde ama yine kendi içinde vazgeçemediği bir şeyin parçası olma niyetiyle, kendini de arama uğraşısıdır aynı zamanda. Bu arayışın bitmeyecek oluşu sanatın da biz varolduğumuz sürece hayatımıza eşlik edeceği anlamına da gelir. İnsansız sanat mümkün görünmüyor, hatta kimilerince doğa bir sanat eseridir görüşüne karşın, doğada yalnız başına sanat yoktur, onu sanatlaştıran insanın kendisidir.
Kişi sınırlı benliği içersinde sanatsal üretimi sayesinde
toplumsallaşmaya da evrilmiş olur, bir başka ben`le bütünleşme ve çoğalma eğilimi
taşıdığından dolayı, sanat tek bir kişinin olmayıp, kendisi dışındakilerle
anlam ve hayat bulan bir çaba içersinde olduğunu belirtmek gerekiyor. Yaşadığı çağın
tanığı olan sanatçı; gerçekliği yansıtmakla kalmayıp, yeni gerçekliklere
de biçim veren bir yaratıcılıkla hareket eden kişidir. Sanatın ekmek peşinde
koşmasından ziyade, Theodor Adorno`nun müzik üzerine yaptığı belirlemeyi sanat
üzerinden genelleştirecek olursak; T.
Adorno`ya göre kapitalizm içinde müzik; hem bir hizmetçi, hem de bir metadır.
Sistem, müziği bir eşya konumuna
getirdiği zaman, sistem ve müzik birbirinden ayrılmaz iki parça haline gelir. Sistem
tarafından ikon haline gelen ya da
getirilen Michael Jackson bunun en bilinen örneklerindendir. John Street`e göre
pop, kendisini yaratan endrüstriden
ayrılamaz. Bu nedenle kayıt teknisyenleri, avukatlar, yapımcılar,
diskjokeyler, müzik yazarları, medya vs. kültür endrüstrisinin vazgeçilmez
elemanlarıdır. Bu elemanlar içinde müzik
ya da sanattan bahsetmek elbette güç olacaktır. Her şeyin alınıp satıldığı üretim
ilişkileri içinde müzik ve sanat da alınıp satılan meta halini alır, sanatı
toplumsal ve ekonomik koşullar dışında tutmak mümkün görünmüyor halen. Sanatın
amatörlüğünden söz etmemek mümkün değildir, amatörlük duygu anlamıyla iyi
olmasına karşın, sanat üretmede gerekli teknik bilgi ve donanımı edinmek
oldukça önemlidir.
Fakat sanatın toplumsal koşulları çağrıştıran ve bilinen örneklerine
başvurulduğunda kitlelere ulaşmış, estetik değer oluşturmuş ve meta sistemi
içinde değerlendiremeyeceğimiz eserlerden örnekler verecek olursak: Louise
Aragon ‘Mutlu Aşk Yoktur’ şiirini yazdığında Paris Alman ordusu tarafından işgal edilmiştir ve bu
nedenle Loise Aragon toplumsal duyarlılığı gereği Paris işgal altındayken,
kişisel mutluluğun mümkün olamayacağını söylüyor. İspanya`nın Guernica kasabasını Alman ordusu
bombalıyor ve bu bombardımanı Pablo Picasso ‘Guernica’ isimli tablosunda
anlatıyor. ’Guernica’ tablosunun da yer
aldığı bir sergide, bir Alman generali Picasso`ya soruyor ‘bu tabloyu siz mi yaptınız?’
diye, Picasso`nun cüretkarca verdiği cevap ’hayır, siz yaptınız!’ şeklindedir.
Son bir örnekte müzikten verelim, denir ki; Fransız devrim koşullarını anlamak
için Ludwing Van Beethoven`in müziklerini de dinlemek yardımcı olacaktır. Anlatılmaya
çalışıldığı gibi sanatın kaynağı ve varolma sebebi toplumdur, dahası sanat;
insandan gelir ve insana geri döner. Hele hele toplumun, yaşamın dönüşümüyle yan yana yürüyürsa sanat ilgilisi ya da sanatçı, aynı zamanda bilgi ve bilinç
taşıyıcısıdır da. Bu anlamıyla sanatçının toplum karşısındaki sorumlulukları oldukça yüksektir. Kapitalist üretim ilişkilerinin yansıması olan kültür
ensdrüstrisi içersinde kimi sanat
üreticileri sistem tarafından bilerek yüceltilir. Oysa sanatın görevi insanı yüceltmek yerine insanı araştıran ve
yine insana dönen bir edimdir. Bu edimi sanatçı; öz, biçim, estetik ve dünya görüşüyle
oluştururken; sanat toplumsal emek süresi içersinde tıpkı diğer tüm işler kadar
ağırlığa sahiptir, daha fazlası değil..!
Sanatın toplumsal görevi ve
toplumların dönüşümünde oldukça önemli paya sahip olmasının yanı sıra, sanatın
muhalif ve sorgulayan tutumdan uzak
durmasını bekleyemeyiz. Dostoyevski`nin ifadesiyle bir doğrunun yarısını değil tümünü söyleyebilmelidir sanatçı. Sanat
da gerçek anlamda toplumsal özgürlük koşullarında boy verir. Son söz olarak sanat
ilgilisi ya da sanatçı, doğrunun tümünü
estetize ederek verdiği eserler sayesinde tarihe ismini yazdırmasının yanı sıra,
toplumların nicelikten niteliğe doğru dönüşümlerinde önemli katkılar sunar.
ÖZDEN ÇİÇEK
29.03.2018