MÜZİĞİN FİLOZOFU: HANNS EİSLER



Müzik,  diğer sanat dalları gibi gözle görülür ya da elle tutulur bir şeyler sunmadığı için soyut bir sanattır.  Soyutluğu temsil eden sesler, bizim algımız sayesinde  anlamlı hale gelir ve çeşitli düşünceleri oluşturur. Müziğin türü gözetilmeksizin bizde oluşan algılama süreci bu şekilde olsa da, çoğunlukla müzikle düşündüğümüzü düşünmeyiz. Kimi müzisyenler ise müzik dünyasına kazandırdığı eserlerin yanı sıra yine eserleri sayesinde, felsefe de yaparak sanat felsefesine önemli katkılarda  bulunmuş olurlar. Bu anlamıyla müzik felsefesi yapmak  Theodor W. Adorno`nun deyimi ile kulakla düşünmektir
 
Kulakla düşünen ve müziklerini bu prensiple oluşturan filozof  müzisyenlerden biri de Hanns Eisler`dir.
Hanns Eisler`in müziği ve felsefesine geçmeden önce özgeçmişinden bahsedelim. 1898 yılında  Leipzig’te doğdu, ailesinin  Viyana`ya göç etmesinden sonra ilk müzik bilgilerini kendi çabalarıyla oluşturdu. Viyana Konservatuvarı`nda müzik öğrenimine başladı ve eğitimini yarıda bırakarak  atonal/on iki ton tekniğinin* önemli isimlerinden olan Arnold Schönberg`den özel dersler aldı ve bu sayede H. Eisler, Anton von Webern ve Alban Berg`den sonra, A. Schönberg’in on iki ton tekniğinin ilk takipçisi oldu.  Öğrencilik yıllarında siyasete duyduğu ilginin sonucu olarak işçi korolarını yönetmeye başladı. Müziğin toplumsal işlevine dönük makaleler de yazmaya başladı. Toplumcu anlayışla yeni müzik formu arayışını sürdürmek üzere doğu Berlin`e yerleşti ve 1926 yılında Almanya Komünist Partisi’ne üye olan Eisler,  bu tarihten sonra yaşamı boyunca en iyi dostu olan Bertolt Brecht ile birlikte çalışmalar yürütmeye başladı. Başta Ana ve Shweik II. Dünya Savaşı’nda olmak üzere pek çok B. Brecht oyununa müzikler besteledi. Bu dönemlerde müziğinde Marksist kuramı uygulama çabasına girdiğini gösteren Komintern Şarkısı, Öğrenmeye Övgü, Birleşik Cephe Şarkısı gibi sayısız önemli ve değerli eserler vermeye devam etti.  
 
1933’de Naziler iktidara gelince iki sanatçının eserleri Nazi Partisi tarafından yasaklandı ve bu nedenle B. Brecht ve H.Eisler Amerika’da yaşamlarını sürdürmek zorunda kaldılar. Amerika`da bulunduğu süre içersinde müzik eserleri vermeye devam etti ve sayısız film müziği besteledi.  Cellatlar Da Ölür adlı filmine yaptığı müzik, Oskar ödülüne layık  görüldü. Daha sonra Joseph McCharty döneminde hakkında soruşturma açıldı, soruşturmayı yöneten Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi tarafından "müziğin Karl Marx’ı" ve Sovyet ajanı olmakla suçlandığı için H. Eisler Amerika’dan  da ayrılmak zorunda kaldı. 
 
Amerika`dan ayrıldıktan sonra  doğu Berlin`e  dönen Eisler, burada Demokratik Almanya Cumhuriyeti(DAC) milli marşını besteledi. Alman Müzik Akademisi’nde profesör olarak çalışmaya başladı, yaşamı sürene dek pek çok eser verdiği gibi, makaleler yazmaya  da devam etti ve 6 Eylül 1962’de hayatını kaybetti. Alman Devlet Operası’nda yapılan törenin ardından Bertolt Brecht ve Helene Weigel’in yanına gömüldü. Berlin`de bulunan Alman Müzik Akademisi’nin adı 1964’te Hanns Eisler Müzik Akademisi olarak değiştirildi. 
 
H. Eisler ilk dönemlerinde müzikte on iki ton tekniği uygulamalarının başlatıcısı olan Arnold Schönberg ile onun izleyicilerinden A. Webern’den etkilenmiştir. Ancak 1920’lerin ikinci yarısından sonra Schönberg’in etkisinden uzaklaşmıştır. Aynı yıllarda müziğinde politik ve didaktik işlev ağırlık kazanmış, işçi sınıfının mücadelesiyle bütünleşen yeni ve kolektif bir müzik kültürünün oluşturulması başlıca amacı olmuştur. H. Eisler`i müziğin filozofu olarak değerlendirirken, bu tanıma denk düşen görüşlerini kısaca özetlemeye çalışalım. 
 
 ‘‘Sadece müzikten anlayan, müzikten hiçbir şey anlamaz" yaklaşımı ile konuya giriş yapacak olursak; müziğin toplumsal koşullardan soyutlanamayacağını savunurken, burjuvazinin sanatı yaşamdan ayırdığına dair sistem karşıtı bir yorum olarak da değerlendirilmelidir. W. Adorno`dan bildiğimiz kültür endüstrisi söylemine H. Eisler`de de rastlıyoruz. Kültür endüstrisi ‘‘eğlence müziği‘‘ denen kendi imalatı yanında, büyük ustaların eserleri de kirli uygulamalarla piyasaya sunulduğunu söylüyor. Sürekli vurguladığı hakiki sanat(wahre Kunst) ile meta sanatı(ware Kunst) kıyas ve değerlendirmesi bu bağlamda önemlidir.  Meta sanatı içersinde değerlendirdiği  ticarileşmiş eğlence müziğini en tehlikeli yolsuzluk olarak değerlendirir.  Bu yolla kültür endüstrisinin en önemli amacı olan kültürde ihtiyaç yaratmak adına, eğlence müziği bir araç haline gelirken, müzisyenlerin de bu işleyiş karşısında köle olduğunu savunuyor. Bir başka yazısında müziğin insan tarafından ve insan için yapılması gerektiği yaklaşımı oldukça baskındır. Müzik sınıf kavgaları içinde gelişir, çünkü sınıf kavgaları her türlü üretkenliğin kaynağıdır. Müzikte sadece estetiğe yönelik kriterlerin yeterli olmayıp, toplumsal amaç ve sorumlulukla oluşturulması gerektiğini sürekli vurgulamaktadır.
 
Yazdığı makalelerde bestecilere yönelik yazdığı  eleştirilerin yanı sıra müziğin kavramlarını tartışmaktan da geri durmaz. En önemlilerinden biri olan müzikte melodinin ‘ilhamı‘ konusunda özgün görüşlerine rastlıyoruz. Melodinin yani temanın müziğin kendi içinde içkin olmayıp, aksine müzik için temanın da tarihsel bir anlam taşıdığından söz eder. Müzik tarihi  boyunca bu konuda çeşitli bestecilerin tutum ve görüşlerini de referans gösterek, özellikle 19. yüzyıl itibariyle  melodi/tema tanım olarak kavramlaştırıldıktan  sonra  korunması gereken  özel mülkiyet halini aldığına dikkat çekiyor.  
Deneyimsiz dinleyici tanımlaması da oldukça ilginçtir. Burada kast edilen eğitim alamayan dinleyicidir. Haliyle deneyimsiz dinleyici için klişe ve basitliğe kaçmayan itinalı eserler yazılmasından yanadır. Aynı zamanda müziğin, diğer sanat dallarıyla yani tiyatro, şiir, dans vb. kuracağı ilişki sayesinde, uygulamalı olmasıyla yararlı olacağı görüşündedir. Yararlılık görüşünün esasını oluşturan şey ise, müzik sanatının bireysellikten kurtarıp toplumsallığa yükselmesi gerektiği düşüncesindedir. Yine kompozitör ve dinleyiciler arasında sıkı bir bağdan söz ederken, ikisinin de birbirinden öğrenmesi gerektiğini vurgular. Kompozitörlerin sanat sorununa soyut yaklaşmaması gerektiği, dinleyici açısından da müzik dinlemenin tarihsel bir dönüşüm geçirdiğini bilmesi yönünde değerlendirmelerde bulunur. 
Toplum yaşayışı içersinde müziğin eğitimi ve sorunları üzerine de önemli saptamaları mevcuttur.  Müzik cehaletinin ortadan kaldırılması klasik müzik mirasının değerlendirilmesi yoluyla olacağı fikrindedir. Bu anlamıyla sadece klasik müzik eserlerini çalmaktan ibaret bir müzik eğitimini de sorgulamaktadır
 
Ses için yazılmış eserlere başka bir anlam yüklüyor, çünkü insan sesinin diğer çalgı enstrümanlarından farklılığı ve etkileyiciliği  hesaba katılırsa, bu tür eserlerde amaç sadece ses sarhoşluğu yaratmak olmayıp,  aksine müziğin akla ulaşması düşüncesi hakimdir.
 
Müzik üretmenin yöntemine ilişkin yoğun çaba sarf ederken, içeriğin ne olması gerektiği  Eisler`i en meşgul eden konuların başında geliyordu. Müzik de pek tabii doğru bir gelenekle, yürekli ve yenilikçiliğin yanı sıra, doğru bir sanatçı tutumuyla gerçek anlamda değer kazanacağı düşüncesindedir. Bu anlamıyla genç besteci ve her sanat ilgilisine Bertolt Brecht`in sanat anlayışı ve görüşlerinin bilinmesi gerektiği öğüdünde bulunur. Yenilik söylemini dilinden düşürmediği gibi, ancak yeniliğin de ayaklarının  yere basması gerektiğini söyler. Diğer sanatlardan farklı olarak müziğin doğrudan akla hitap etmese bile, iyi yazılmış bir müzik eseri duygu yoluyla akıla ulaşabilir görüşünü hep dile getirir. Sanat sadece duygunun değil aklın da bir ürünü olduğu gerçeğini vurgulayan Eisler, sosyalist toplum inşaasında müziğin yeri ve önemi konusunda oldukça çaba gösteren isimlerdendi. Eisler`e göre müziğin kuramı yalnızca diyalektik-materyalist bir kuram olmalı derken;  bilim, siyaset ve felsefeyle örülü bir sanat/müzik insanından da söz ettiğimizi bir kez daha belirtelim.
Yaklaşık 600 şarkı, 40 sahne oyun müziği  ve 40`ı aşkın film müziği eserlerini sanat/müzik dünyasına sunan besteci, müzik tarihi kitaplarında o denli yer almaması ya da görmezden gelinmesi, düşüncelerindeki köklü farklılıklardan kaynaklı olduğu açıktır.
 
“Hitler Stalingrad’da uğradığı kadar, müzik alanında da  toptan bir bozguna uğradı. Almanya’daki suç ve rüşvet yıllarında Alman müziğinin sessiz kalmayı tercih ettiğini söylemek rahatlatıcıdır. Ne Hitler senfonileri, ne Goering operaları, ne Goebbels quartetleri, ne de Horst Wessel senfonik şiirleri var. Daha önce asla olmadığı kadar para ve güç teklif edilmiş olmasına rağmen, iyi müzik ve dürüst müzisyen faşizmin baş düşmanıydı ve her zaman öyle olacaktır.”
 
Hanns Eisler hem müzik eserleri hem de fikirleriyle mücadele yürütmüş bir müzik insanı olduğu kadar eylem insanıydı da. O`nu diğer bestecilerden ayıran en önemli şey; müziği kulakla düşünme terimine denk düşen bir tutum izlemesidir. Ayrıca müziğindeki iyiliğin yanında müzisyen dürüstlüğü taşıyan biri olarak, dinleyiciler için de iyi bir öğretmendi. Müzik için akıl ve gerçekçi tutum yaklaşımında ısrar eden ve  geride görkemli  müzik eserleri bırakan Hanns Eisler`i, 120. yaş gününde bir kez daha hatırlamak  ve  de unutmamak dileğiyle..!

*On iki ton tekniği/Atonal: Belli bir tona bağlı olmayıp veya birden çok tona bağlılık. Kromatik diziyle oluşturulan on iki ses, özellikle tonal çağrışımlardan kaçınılarak besteciye istediği kullanım olanakları sağlayarak oluşturulmuş besteleme yöntemidir.
 
Özden Çiçek
 
01.09.2018 / Hannover