YÜZÜNÜ ŞİİRE DÖNEN KADINLAR




Sanat tarihine dair okuma ve değerlendirmeler yapıldığında cinsiyet olgusundan bağımsız olarak  insanlık tarihi boyunca  ortaya çıkan eserler, üreticileriyle birlikte yer tutar. Yine sanat üretimi tarihler boyu farklı ortam ve koşullarda  varlık göstermiş olup, yakın yüzyıl içinde kadın ve erkek açısından koşulların ‘eşit olduğu’da dillendirilir. Ne büyük tesadüf ki, sanat tarihi kitapları ya da antolojilerde kadın sanat üreticilerine pek rastlamayız. Üretilen eserlerin devasalığı ya da önemini  bir kenera bırakırsak; toplumun diğer yarısını oluşturan kadınların bu bağlamda engellenmesi, yok sayılması ve de hafife alınması halen önemli bir sorun olarak duruyor. Diğer bir deyişle sanat üretimini cinsiyete indirgemek ne denli sorunlu gibi dursa da, yine toplumun diğer yarısını oluşturan bir cinsin bu alanda yok sayılması da o denli önemli açmazlardan biridir.   

Biyolojik olmaktan çok kültürel olarak üretilen kadınlık ve erkeklik, diğer bir adıyla da toplumsal cinsiyet (gender);  binlerce yılın öğrenilmiş davranışlarını kuşaktan kuşağa aktarmak suretiyle devam eder. Yine ekonomik ve sosyal ilişkiler silsilesi olarak iktidar, kadınlık ve erkekliği her gün yeniden üretir. Bu anlamıyla kadınlar için, kimliğinden/cinsinden kaynaklı getirdiği sınırlamaları aşarak, kendini var etme ve de sanatsal üretimde bulunmanın sanıldığından daha zor olduğunu bir kez daha dile getirmek gerekiyor.  
 
Felsefe tarihinde Sokrates`e yer verirken Mantineali Diotima`dan, İskenderiyeli Hypatia`dan ve Hannah Aredt`ten söz etmeliyiz. Resim alanında Van Gogh, Rembrandt`ın öneminin yanında Levina Teerline ve Fede Galizia`dan söz etmeliyiz. Müzik alanında Robert Schumann, Amadeus Mozart`a yer açarken Clara Schumann, Bingenli Hildegard ve Barbara Strozzi`den söz etmeliyiz. Şiir ustaları Yahya Kemal ve Nazım Hikmet`in yanı sıra Gülten Akın, Sennur Sezer`den mutlaka söz etmeliyiz. Yani egemen toplumsal ilişkilerin önemli bir öğesi olan cinsiyetçilik, kadınlar açısısından bırakın sanat üretimini; yaşamsal kaynaklarına ket vurmuştur ve vurmaktadır hala. Kaldı ki her şey bir kenara; bu yüzyılda bile ‘kadının varlığı erkeğin kaburgası sayesinde‘,  inanış halen hayat buluyorsa,  kadınların nasıl bir cendere içinde olduğunun özetidir aslında.                                                                                         
Edebiyatta şiirin yeri ve önemi tartışılmaz en önlerde durur. Yazının konusu olan edebiyat alanında şiire yüzünü dönmüş şiir yazan, şaire/ kadın şairlerden söz edilecektir. Bu merakla ilkin kütüphanemde bulunan kadın şairlerin kitaplarını okuyarak işe başladıktan sonra, antoloji ve şiir yıllıklarında yer almış isimleri inceledim. Tahmin edileceği üzere antolojilerde yer alan kadın şairlerin adı ve eserleri alabildiğince sınırlıdır. Şiir yazanı kadın ve erkek diye ayırmak bu  yazının  özellikli konusu  olacağından bu tür ifadelerin yadırganması ya da eştirilmesini gayet olanaklı görmekle birlikte, konuya dikkat çekilmesi açısından da mutlak gibi de duruyor. Çünkü edebiyatın hangi bağlamında olursa olsun ‘kadın’lıktan dem vurulmadan tanımlama gerçekleşmezken, yine hiçbir erkek edebiyatçının cinsiyeti öne çıkarılmazken, yazın dünyasında ille de kadın vurgusu bu alanın ‘erkekliğin’ bir göstergesi olarak görülmesinden kaynaklanıyor. Bu anlamıyla yazı sayesinde  irdeleme ve düşünmeyi gerektiren bir konu olarak kadın şair tanımı, literatürde yerleşmiş bir ifade olmasından kaynaklıdır.           
                                                                    
Kadın şairlerin eserlerini değerlendirirken ataerkil yapıdan, toplumsal cinsiyetin günlük yaşamdan entellektüel yaşama değin kadını hapsettiği koşulları görmezden gelemeyiz. Yani ataerkil kodların toplumsal yaşam içersindeki belirleyici olması, yazınsal ürünleri değerlendirirken göz önünde sürekli tutmamız gereken bir etmendir. Hepimizin bildiği Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda`da kadının yazın dünyasında var olma mücadelesini derinliğine sorgular. Her ne kadar şiir yazmasa da roman yazarı olan Suat Derviş de yazın alanında önemli mücadele yürüten kadın yazarlardandır. Benzer sorgulmayı 1950`liler sonrasında Gülten Akın da yaparak, edebiyat alanında var olma mücadelesi vererek hayata koyulan kadın şairlerin başında gelir. 

                                                                       

Peki edebiyat eleştirmenleri, okur ve yazar açısından edebiyatın ille de ‘kadın’ vurgusuna ihtiyacı var mıdır? Bu belirleme kimin derdine derman olacak? Edebiyat alanında da ‘zayıf‘ olan kadın yazarlara bu tanımlama ya da edebiyatta kadın kotası uygulanarak kadın edebiyatçılara bir ayrıcalık sağlar mı?  Ataerkil toplumda ya da toplumsal cinsiyet içersinde kendini var etmeye çalışan kadın şair/edebiyatçılar için  yazmanın bile başlı başına politik ve de sanatsal bir değer taşıdığını söylememiz gerekiyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde genelde yazın hayatında, özelde de kadın şairlerin şiirlerini/eserlerini var olma, direniş ve mücadele  biçimi olarak değerlendirmek mümkün görünüyor.
 
Kadın şairlerden öne çıkan Gülten Akın şiirlerinde kadınların  toplumsal yaşamda karşılaştığı sıkıntılar ve de  sınıfsal eşitsizliklerin insan yaşamında etkisi gibi bir çok konu ele alınmıştır. Lale Müldür poetikasında; dünyayı anlamaya çalışan, meraklı ve duygusal gelgitleri  olan şiirlerin yanı sıra, Didem Madak, Suna Aras, Berrin Taş, Asuman Susam, Nuriye Zeybek, Gülsüm Cengiz, Birhan Keskin, Sennur Sezer… gibi öne çıkan kadın şairleri sıralamak gerekir. Yine kadın şairlerin şiirlerinde gündelik sorunların yanı sıra sınıfsal ve toplumsal cinsiyete yönelik meseleleri konu edindiklerini söylemek gerekiyor. 
 
Kadın, kalemi eline alıp kendisini dile getirmeye başladığı vakit, simge ve nesne olmaktan çıkıp özne olma yolunda mücadele yürütmesi ve yerleşik ilişkileri ters yüz etmede direnç göstermesi olarak da düşünülmelidir. Bu anlamıyla kalemi eline alan kadın aynı zamanda düşünme ve üretmenin  kapısını da aralaması anlamına gelir. Aralanan kapı aynı zamanda  en başta zihinlerin özgürleşmeye evrildiğinin göstergesidir. Yazmak diğer yandan toplumsal cinsiyet bağlamında söylersek, binlerce yılın getirdiği kadınlık girdabından kurtulma ve yazın dünyasında da özerklik ilan etmek anlamına gelir. O nedenle Gülten Akın`ın ifadesiyle  uzun ve güzel kara saçların kesilmesi  dünyaya meydan okuma, toplumsal cinsiyet sarmalından çıkma çağrısı olarak okunmalıdır. 
 
1950’den günümüze uzanan dönemde sanat, bilim ve siyasette var olmuş, bedel ödemiş ve de özgürlük mücadelesi yütümüş kadınların katkısı unutulmamalıdır. Son olarak kadın şairlerin edebi dilinde eril söyleme rastlamak elbette mümkün. Ancak felsefik anlamda söylersek yerleşik olanla birlikte yürütülen yeni bir dil ve kültür yaratma çabası; sorgulamayla birlikte, mücadele verilerek bir başka yeniyi oluşturacaktır. Didem Madak`ın ifadesiyle; Her gün uzak ülke kırpıntıları dökülür. Güneşin ceplerinden. Güneşe uzanan dizelerle dolsun günlerimiz!..

Özden Çiçek
 
04.04.2019 / Hannover