MÜZİK İŞÇİLİĞİ
‘Sanatçı da tıpkı bir çiftçi gibi, bir demirci gibi işini anlatabilmelidir. Hem diliyle, hem
de hüneriyle. Bir başka deyişle; kendi toplumu içinde sanatıyla ekmek
yiyebilmelidir.’ Ruhi Su
Ekonomi ve siyaset literatüründe duymaya alışık olduğumuz işçi, emekçi gibi
kavramların sanat üretiminde de telaffuz edilmesi olağan iken, yaygın olan bir anlayışla
sanat üreticileri bu gibi kavramların dışında duran, hatta sınıflar üstü
bir konuma sahip, kendi başına bir ‘sınıf’ı
temsil ettikleri düşüncesi vardır. Oysa; toplumsal emek süreci içersinde sanat
ve sanat üreticisi pek tabiî yaşadığı toplumun ekonomik, siyasal ve sosyal
koşulları içerisinde var olur. Bu anlamıyla sanat üretimi ya da müzik üretiminin, ekonomi ve politik ilişkiler
ağı içerisinde durduğu yeri tarif etmek gerekmektedir.
Sanatçı yaşadığı çağa tanıklık etmenin ötesinde, estetize edilmiş güzel anlayışı sayesinde yaşamı güzelleştirme
uğraşısı veren sanat işçisi/emekçisidir aynı zamanda. Yine sanat işçisi/emekçisi
yaşadığı toplumun tanığı ve kimi zaman da sanığı iken, özgürlük ve etkinliğini
kontrol altına almaya çalışan sisteme ve iktidara karşı muhalif bir tavır
sergilemek durumundadır. Biraz da bu nedenle, tarih boyunca sanatın dönüştürücü
gücü en güçlü dil iken, iktidarların ise sürekli baskı altında tutmak istedikleri kesimi
oluşturmaktadır. Sanat icracısı dahası müzik icracısını işçilikle tanımlamak
için öncelikle bildiğimiz kavramlara tekrar göz atmak gerekecek. Öncelikle müziğin tarifiyle başlarsak; seslerin bir zaman süreci içersindeki
düzenlenmiş devinimi olup, duygu ve düşüncelerin ses ve ritimle yansıtılmasıdır.
Sosyo-ekonomi içersinde müziğin tarifini Ayhan
Erol şöyle yapıyor: ‘Müzik, toplumsal etkileşimle var olan,
insanlar tarafından insanlar için yapılan öğrenilmiş bir davranıştır.’ Yazıya konu olması nedeniyle, emekle işçilik
arasında müziğin icrası açısından bir farkın olup olmadığını toplumlar tarihi bilgimizle
bir kez daha hatırlamak gerekiyor.
Kavramları açıklayarak yazıyı
genişletmeye devam edelim. İşçi
ya da amele, TDK'nın tarifine göre başkasının yararına bedenini, kafa gücünü
veya el becerisini kullanarak ücretle
çalışan kimsedir. Önceleri
sırasıyla toplayıcı ve avcı olan insanın tarımla
uğraşmaya başlaması ve buna bağlı olarak yerleşik düzene geçişiyle özel mülkiyet
kavramı gelişmiş ve sanayi devrimi(kapitalist üretim ilişkilerin gelişimi)
süreciyle birlikte işçi kavramı doğmuştur. Bir işin yapılması için harcanan beden ve kafa gücünü üretim etkinliğinde ortaya koydukları her
türlü bedensel ve düşünsel çabanın adı emek olarak tanımlanır. Bu anlamıyla
emek; genel, evrensel, insani bir etkinliktir ve insana özgü olanı anlatır ve
de insan ile doğa arasındaki alışverişi sağlayan bir süreçtir. K.Marks'ın tanımıyla "Doğal maddeleri insan ihtiyaçlarını karşılar
şekilde sahiplenmek amacıyla girişilen insan eylemidir. Emek süreci, insan ile
doğa arasında madde alışverişini sağlamanın zorunlu koşuludur. Emek süreci,
insanın varoluşuna doğanın dayattığı ebedi koşuldur. Bu nedenle de emek süreci,
insanın varoluşunun bütün toplumsal aşamalarından bağımsızdır ya da daha
doğrusu, bütün toplumsal aşamalarda ortaktır." Emeğin tüm toplumsal
aşamalardaki zorunluluğu insanın ihtiyaçlarını sürdürmek ve yeniden üretmek için doğayla didişmek zorunluluğunu da dayatır.
Bu bağlamda emek; insanın yaşamını sürdürebilmesi adına en zorunlu etkinliğidir!..
Yine Marx ve Engels`in
belirlemeleriyle sanatın da dâhil olduğu
üst yapının tamamen ekonomik alt yapı tarafından belirlendiği görüşünü
hatırlamamızda fayda var. Sanatçı açısından ortaya çıkan sanat eseri, içinde bulunduğu toplumun sosyo-ekonomik etkilerin
üzerinde bulunması doğal bir sonuçtur. Ekonominin en temel işlevi olan metanın
(mal-hizmet) üretim, dağıtım ve tüketim süreçleri, zorunlu ilişkiler ağını oluşturur. Şöyle ki; müzik eseri oluşturma, yorumlama,
çalgı yapımı, enstrümanlar, eserlerin basımı müziğin üretim aşamasını oluşturur.
Müzik yayıncıları, müzik marketleri, konser düzenleyiciler, internet, radyo,
televizyon, müzik eserlerinin depolanması, alım satım işlemleri gibi başlıklar dağıtım aşamasında yer alır. Müzik dinleme, çeşitli
durumlarda müziği kullanma, müzik eserlerinin seslendirilmesi ile ilgili çeşitli
araç ve gereçleri kullanma ise dinleyicilerin müziğin tüketim kısmını
oluşturur. Tüm bu başlıklar ekonominin temel işlevlerini tek tek sıralarken, en
önemli başlık olarak da sermaye, pazar, reklam ve rekabet gibi öğelerin müzik
endrüstrisi için olmazsa olmazları olduğunu hatırlatır. Theodor W. Adorno`nun belirlemesiyle kapitalizm koşullarında müzik
üretimi, kültür endrüstrisi içerisinde hem hizmetçi, hem de meta olduğu görüşündedir. Sanayileşen
toplumlarda müzik; iletişim imkanları, kayıt sistemleri, dinleme olanaklarının
çeşitlendiği ve yeni öğelerin de
eklenmesiyle dev bir sanayi kolu olmuştur. Bu da müziğin makro düzeyde sanatsal
değeri, önemi ve eğitimi gibi konuları atıl bırakmaktadır.
Müzik ve müzik üreticilerini sosyo-ekonomi kavramları içersinde
konumlandırırken, meslek birlikleri olan sendikalaşma konusunda izlenen yol da kolay olmamıştır. En genel haliyle sendikalar
işçi ve emekçilerin hak arama mücadelesi sayesinde ve özellikle sanayi devriminden sonra ortaya
çıkmıştır.
En başta müziği üretenin yani müzik
emekçisinin ürettiği eserine dair bir ıspatı gerekiyordu. Sanat üreticilerinin
sendikalaşma sürecinden önce bugünkü anlamıyla telif hakları konusu yüzyılları
alan bir mücadele sürecine takabül eder. Öncelikle müzik yayıncıları müzik eserini
besteciden satın alıp, basım ve çoğaltma hakkına sahiptiler, hatta tek
geçim kaynakları partisyon(belirli bir müzik yapıtının bütün bölümlerinin birbiri
ardı sıra yer aldığı nota defteri) satmak idi. Daha sonra yayıncıların iktidarı yavaş yavaş
sanatçıların lehine oluşmaya başladı.
İlk olarak 1850 yılında Fransa’da Müzik Yazarları,
Bestecileri ve Yayıncıları Sendikası (SACEM) kuruldu. Sendikanın amacı, besteci
ve yazarlar adına eserleriyle ilgili telif haklarının korunmasıydı. Fransa
örneğinden sonra Avrupa’da çoğu ülkede SACEM’i örnek alan eser hakkı dernekleri
kuruldu. Almanya’da 1933 yılında Die Gesellschaft für musikalische Aufführungs-
und mechanische Vervielfältigungsrechte (GEMA), 1914 yılında Amerika`da American Society of Composers, Authors
and Publishers (ASCAP) ve 1986 yılında Türkiye’de
ise Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) kuruldu. Yine 1975 yılında
kurulan Tüm Müzik ve Sahne İşçileri
Sendikası (TÜMİS) kendini feshederek 1989 yılında MÜZİK-SEN sendikası adıyla
faaliyet yürütmektedir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 yılında ilan
ettiği İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi`nde
telif hakları meselesi ise (27. maddesine göre) eser sahiplerinin mali ve manevi hakları, “temel insan hakları” kapsamında değerlendirilmektedir.
Sanat işçi ve emekçisi de tıpkı diğer iş
kollarında olduğu gibi benzer sorunlarla kendisini var etme mücadelesi vermektedir.
Üstelik sanat etkinliği/yaratımı kimi toplumlarda daha kısıtlı imkanlarda üretildiği
için, buradaki sanat işçi/emekçisinin daha yoğun çaba göstermesi kaçınılmazdır.
Sanat işçisi açısından belki bir fabrika
işçisi gibi bacası yoktur, motor çalıştırmaz elbette. Ancak işinin ustası bir müzisyen için tıpkı fabrika işçisi ya da emekçisi gibi her gün enstrümanını çalışması,
eserlerini nakışçı misali her gün dokuyarak olgunlaştırması gerekmektedir. Robert Schumann(1810-1856)`ın genç müzisyenlere altmış dokuz
maddeyle dile getirdiği öğütlerini okuduğunuzda, sanatçının bir duvar
yapıcısından ya da torna tezgahında çalışan işçiden hiç farkı olmadığını
kavrarsınız. Sanatçı ya da müzik emekçi/işçisi, toplumsal emek kavramı
içersinde yoğunlaştırılmış emeği sayesinde, oluşturduğu eserleri nedeniyle
sanatın işçisi/emekçisidir; daha fazlası değil!..
Ataol Behramoğlu`nun tercümesi ile Vladimir Mayakovski`nin ‘Şair
İşçidir’ şiirinden kısa bir
alıntıyla yazıyı bitirecek olursak:
‘...Eşitiz bizler
şairler ve teknisyenler.
Vücut ve ruh emekçileriyiz
aynı kavganın içinde.
ve ancak ortak emeğimizle
bezeriz evreni
marşlarımızı gümbürdeterek.
Haydi!...‘
Özden Çiçek
01.05.2019 / Hannover