TOPLUMUN HAFIZASI MÜZELER



Hayat ağacı, su damlası, nar ve güvercin motifli kapı için sürdürülen umut arayışından öte yirmi beş yıl önce öldürülen evladının peşine düşen Süryani bir ailenin dramını anlatan Kapı filminde, akıllarda kalan en önemli sahnelerin başında etik ne? sorusu geliyor. Etik sorusuyla birlikte insanın ürettiği her şeyin, üstelik yaşamı pahasına kurduğu şehirlerden göçüp giderken, arkasında bırakmak zorunda kaldığı koca bir yaşamın paha biçilmez değeri vardır. Yine film sayesinde insanın ürettiği nesnelerin müzelerde sergilenişi, müze tanımı, sergilerin kim ve ne için yapıldığı soruları üzerinde tekrar düşünmek gerekiyor. 
 
Yönetmenliğini Nihat Durak`ın üstlendiği Kapı(2019) filmde Kadir İnanır ve Vahide Perçin başrolü paylaşıyor.



İnsan ve çevresinin kesin kanıtlarını eğitim, çalışma ve insanlığın estetik hazzı için toplayan, koruyan, araştıran, ileten ve sergileyen, halka açık  toplumun gelişimi için hizmet eden ve de kar amacı gütmeyen kuruluşlara müze deniyor. Müzecilik ilkin batıda soyluların kişisel eşya ve  ganimetlerini sergilenme niyetiyle ortaya çıkıyor. Müzeler ilk dönemlerde halka açık olmadığı gibi, sadece devlet erki ve ‘bilginlerin’ yararlandıkları yerler olarak görülüyor. 1850 yıllarından sonra halkın ilgi ve beğenisine sunulan kurumlar olarak görülmeye başlıyor ve çeşitli zamanlarda  yapılan uluslararası toplantılarla hem tarifi hem de içeriği bildiğimiz biçimde belirlenmiş oluyor. 
 
Yazıya asıl konu olan ise; Hannover August Kestner Müzesi`nde Nazi Zulmünün İzleri( Spuren der NS-Verfolgung) adlı sergi sayesinde müzecilik fikri, devletlerin müzelere yaklaşımını bir kez daha gözden geçirme imkanı sunmuş olması. Dahası kişiler, tarihi bir eserin ticaretini yaptığında tarihi eser  kaçakçılığı ile tarif edilir, devletlerin ise insan emeğini hiç sorgusuzca gasp etmesini nasıl tarif etmek gerekir? Sergi, Nazi soykırımı döneminde Yahudi iş insanlarının banka hesapları başta olmak üzere, tüm kişisel eşya ve özel koleksiyonlarına el konulmasını tartışmaya açıyor. Müzede geniş bir alanı kaplamayan ancak iş insanlarına ait bir o kadar da detaylı bilgi ve dokümanlar yer alıyor.  Her bir iş insanının hayat hikayesinin yanında, Nazi subaylarının yani Alman Devleti`nin bu insanları neden takip ettiği ve istihbaratı nasıl sağladığı konusunda duvarlara yazılan sorularla izliyorsunuz.
 
Sergide  sözü edilen iş insanlarından kısaca bahsetmek gerekiyor. Antikacı Adolf List(1861-1938)`in kimi eşyalarını eşi saklayabilmiş, ancak bu eşyalar daha sonra devlet müzelerinde nasıl sergilendiği belli değil. Philippp Lederer(1872-?) bir oyuncakçı, kişisel eşyaları yine başkalarına nasıl ulaştırıldı sorusu, cevapsız. Albert David(1866-1940) bir doktor, eski altın para biriktirme merakı olan birisi. Üstelik elli sekiz tane olan altın paradan sadece otuz sekizine ulaşılabilinmiş. 1998 yılında Almanya`nın da imzaladığı Washington Deklarasyonu ile özel mülkiyetin korunması güvence altına alınmış. Ancak Alman faşizm döneminde(NS) bırakın özel mülkiyetin korunmasını, üstün ırkı oluşturmak adına yaklaşık altı milyon insanın hayatı çalındı. Ulus devletler ırk kavramıyla devletlerini oluşturduğu an`dan bugüne, ırkçılık fikriyle dünya insanlığı birbirine düşman oldu. İnsanlığın varoluşundan bugüne değin önemli tarihsel deneyimlere sahip olmamıza rağmen; halen insan hakları, eşitlik ve  özgürlük uğruna mücadele yürütülmektedir.  Bir arada yaşamak için gönüllü ya da zorunlu olarak; insan çeşitliliğini tek renk, ırk, dil, din... gibi kavramlarla tanımlamak  yerine,  her birimizin  kültürel ve coğrafi adaptasyon sayesinde biçimlendiğimiz fikri üzerinden hareket etmemiz gerekiyor. 



İş insanlarına ait hayat hikayeleri okurken her birinin eğitimli ve  meslek sahibi olduklarını görüyorsunuz. Yine hayatlarına son verilmesi ise bildiğimiz yöntemlerle olmuş. Zaten Almanya`nın çeşitli şehirleri faşizm/Nazi dönemine ait öldürülen insanların toplu mezarları ile doludur. 
 
Serginin tanıtım broşüründe yer alan Klara Berliner(1897-1943) ise ayrı bir öneme sahiptir. Almanya`da ilk plak şirketi  Deutsche Grammophon ve yine dünyada ilk plak fabrikasını Hannover`de kuran Emil Berliner(1851-1929)`in kız kardeşidir. Hatta sergide Klara`nın bir süsleme sanatı olan Rokoko üslubunda yapılmış elbise dolabı bile sergilenmiş. Dolabın müzeye nasıl geldiği, kim tarafından getirildiği sorusu duvara nakşedilmiş, tıpkı diğerleri gibi.



Yine sergilenen eşya ve portrelerin arasında faşizm/Nazi dönemine ait ırkçı cümleler ve uygulamalara ait fotoğraflara rastlıyorsunuz. Yaşamak için geldiğimiz yeryüzünde, insanın insana cehenneme çevirdiği hayatları, bu tarihi sergi sayesinde bir kez daha görmek ve izlemek kolay değil. Halen, insanın insanca yaşadığı bir yerde değiliz, yolumuz daha çok uzun. 
 
Müzelerin bu gibi sergileri bizlere sunmuş olması bir bakıma olgunluk göstergesi. Ancak müzenin bir üst katında milattan önce Mısır Medeniyeti`ne ait eşyaların sergilendiği sergiyi gezerken, bu eşyalar buraya nasıl geldi ya da getirildi, diye sormadan edemiyor insan. Mısır Medeniyeti`ne ait tarih hazinesini Almanya`da izliyor/görüyor olmak ilginç değil mi?
Yine Kapı filminde Yakup(Kadir İnanır) oğluyla işlediği kapıyı bir galeride bulunca, görevliye soruyor: Benim kapım buralara nasıl geldi? Muhasebe müdürünün cevabı ise: Yasal yollarla satın alınmıştır. Yakup bunun üzerine: evimin kapısının fiyatını kim biçti, diye sorar. Müzelerde bazen tarihi eşyalara biçilmiş fiyatları görürsünüz, sahi o fiyatları biçen kim sizce? 
 
Yine de insanın öğrenme ve bilgilenme alanı müzeleri, olumlu olarak değerlendirmek gerekir. Ancak halen, kendimize benzemeyene yaşam hakkı tanımadığımız bir dünya gerçekliğinden yola çıkarsak, insana ve insanın ürettiklerine saygı duymaya ihtiyacımız var. Yoksa talan edilen hayatların kalıntılarını izlemek, bizleri sadece utancın mirasçıları yapar. Sanat da öncelikle utancı anlatmakla işe başlar. Yarına, utanç müzelerine dönmeyen güzel bir dünya bırakmak umuduyla...

Özden Çiçek
 
02.11.2019 / Hannover