BİR DİRENİM HİKAYESİ CLARA SCHUMANN
Toplumsal üretim ilişkileri ve koşulların
dışında özellikle inançların da kadını
baskı altında tutması nedeniyle bilim, felsefe, siyaset ve sanatta kadın
üretimlerinin daha sınırlı olduğunu biliyoruz. Diğer yandan kadının toplumsal
hayata katılımını erteleyen bir başka sebep ise, doğasından getirdiği üreme
misyonudur.
Biyolojik
olmaktan çok kültürel olarak üretilen kadınlık
ve erkeklik, diğer bir adla toplumsal
cinsiyet (Gender); sosyal olarak belirlenmiş rol ve
sorumlulukları belirlediği gibi, binlerce yılın öğrenilmiş davranışlarını
kuşaktan kuşağa aktarmak suretiyle devam eder. Yine ekonomik ve sosyal
ilişkiler bağlamında iktidar; kadınlık ve
erkekliği her gün yeniden üretir. Bu anlamıyla kadın, cinsinden kaynaklı
getirdiği sınırları aşarak, kendini var etme ve sanat üretiminde bulunması
Rönesans`ın getirdiği toplumsal değişikliklerle sağlayabilmiştir. Rönesans
düşüncesi her toplumda aynı etkiyi göstermediği gibi, kadının kendini sanat
yoluyla ifade etmesi toplumdan topluma farklı biçimlerde yol almıştır. 19. yüzyıl
başında klasik dönemin sonlanıp romantik dönemin başlamasıyla birlikte kadın
müzisyenlerin daha duyulur olduğunu biliyoruz. Romantik dönemde sanat
üreticileri kendi iç dünyalarına dönerek öznel duygu ve düşüncelerini eserlerinde
yansıtmayı sürdürmüşlerdir. Bir başka okuma ile romantik dönem, bireysel bilinç
döneminin başlangıcı olan ‘ben’
fikrinin sanata yansıması olarak değerlendirilmelidir. Klasik sanat müziğinde nocturne(genellikle
geceden ilham alan müzikal bir
kompozisyon), mazurka(canlı bir tempoda icra edilen bir
Polonya halk dansı), polenez (Polonya halk dansı) gibi türler ulusal ve bireysel yaşamın ifade edildiği
türler olarak önem kazanmıştır. Yine 19. yüzyılda, piyano en gözde enstrüman
konumundadır. Bu dönemin bilinen kişileri arasında piyanist, eğitimci ve piyano
satıcısı Clara Schumann`ın babası Friedrick Wieck de gelmektedir.
1843
yılında kurulan Leibzig Konservatuvarı bünyesinde dönemin önemli isimleri,
müzik derslerini zorunlu olarak almalarına paralel, kadın öğrenciler için müzik
eğitiminden yararlanma imkanı
kısıtlıydı. Ancak ilerleyen süreç içersinde kadın hakları savunucuların seslerini
duyurmasından kaynaklı, kadınlara eğitim alanında daha fazla imkan doğmuştur. Ancak kadın
müzisyenlerin eğitim almaya başladığı dönemlerde de, kimi eğitimci ve
müzisyenler, kadın müzisyenlerin yaratıcılığı
sınırlı ve hatta müzik üretmede yetersiz oldukları düşünülüyordu. Bu
sebeple dönemin bir çok kadın bestecisi için sadece ev içi ve salon müziğine uygun, vokal ve piyano
müziği için besteler yapmaları yönünde
salık verilmiştir.
Clara Schumann`ın doğumun 200. yılı nedeniyle Almanya`nın pek çok
şehrinde çeşitli etkinliklerle anılmasıyla birlikte, özelde müzik sanatında kadının yeri tartışılan bir
konu olarak güncelliğini korumaktadır. Clara
Schumann da tıpkı diğer kadın müzisyenler gibi, dönemin koşulları nedeniyle
kendisini var etme yolunda epey zorlu bir süreci izleyen hayat hikayesi ile
karşımızda duruyor.
Clara Schumann, 13 Eylül 1819 yılında Leibzig`de doğmuştur.
Dönemin bilinen besteci ve eğitimcisi babası Friedrick Wieck Clara`nın müzik
eğitimini bizzat üstlenmiş, hatta müzik eğitiminde geliştirdiği yeni yöntemleri
kızına da uygulayıp, o`nun iyi bir piyanist olması yönünde çaba harcayacaktır.
Beş yaşında müzik eğitimine başlayan Clara`nın annesi Marianne Tromlitz de müzisyendir, ses sanatçısı olan
annesinden de vokal müziğin güzel eserlerini duyma imkanına sahiptir. Ancak çok
küçük yaşta anne ve babası ayrıldığı için müzik eğitimini tamamiyle babası
üstlenecektir. Babası Clara`nın müzik eğitimini o denli ciddiye alır ki;
kızının müzik eğitimindeki ilerleyişini o`nun ağzından günlük tutarak
kaydediyordu. Aldığı sıkı eğitimin yanı sıra müzikte üstün yeteneği bilinen
Clara, ilk solo konserini on bir yaşında iken vermiştir. Başarılı performansı
nedeniyle Almanya`nın kimi şehirleri dışında Avrupa`da da konserler vermeye
başlamış, giderek sesini duyuran bir kadın piyanist olma hakkını kazanmıştır.
Dönemin önemli edebiyatçısı Goethe`nin
davetlisi olarak Weimar şehrinde
konser veren Clara, Goethe tarafından
da ödüllendirilmiştir.
Clara`nın babası Friedrick Wieck`in
öğrencileri arasında ve daha sonra üne kavuşacak olan besteci ve piyanist Robert Schumann da vardır. Robert Schumann Clara`yı henüz dokuz
yaşındayken tanımıştır, ilerleyen süreç içersinde Clara ve Robert evlenirler.
Evliliklerinin ilk on yılı içersinde Robert
Schumann henüz tanınmamış bir bestecidir, verdiği konserler sayesinde evin
geçimini Clara sağlayacaktır. On dört yıllık evlilikleri süresince sekiz
çocukları olur. Yazının başında da belirtildiği gibi kadının üreme misyonu,
Clara`nın da müzik üretkenliğini etkilemiştir. Ancak Clara yine de elinden
geldiğince besteler yapmanın yanı sıra piyano performansını kaybetmemesi için
çabayı da elden bırakmaz. Bir başka etmen ise eşi Robert`in aslında Clara`nın
müzik çalışmalarını sürdürmesinde pek de gönüllü olmadığıdır. Bir rivayete göre
Clara evlendiği vakit kendi piyanosunu eve getirdiğinde Robert`in ‘bu eve iki piyano fazla!’ deyişinden
bahsedilir. Özellikle Robert Schumann`ın
1856 yılında ölümünden sonra Clara, özellikle Johannes Brahms`ın da
desteği sayesinde müzik kariyerine kaldığı yerden devam etmiştir. Konserlerinde
kendi bestelerinin yanında eşi Robert
Schumann`ın eserlerini de seslendirmişir. Daha sonra Frankfurt Konservatuvarı`nda piyano öğretmeni olarak çalışmaya
başlamıştır. 20 Mayıs 1896 yılında aramızdan ayrılan Clara Schuman; dört
Polonez dansı dışında, piyano konçertoları, Lied`ler(şarkılar), oda müzikleri ve solo piyano eserleri bestelemiş bir müzisyendir.
Müzisyen(flüt sanatçısı) ve biyografi yazarı Aydın Büke, Clara Schumann`ın yaşamını anlattığı ‘Romantizmin Işığı Clara’ (Can
Yayınları, 2012) adlı önemli biyografi kitabının dışında Türkçe yazılmış
başka bir esere rastlamamakla birlikte, müzik tarihi kaynaklarında da sınırlı
yer verildiğini biliyoruz. (Robert
Schumann`ın İlkbahar Senfonisi adlı
eserinden yola çıkılarak, Schumann çiftinin hayatlarının anlatıldığı 1983 yılı
yapımı İlkbahar Senfonisi [başrolleri
Herbert Grönemeyer ve Nastassja Kinski
paylaştı] adlı bir filmden de söz
edebiliriz.)
Son
söz olarak, müzik kariyeri açısından Clara çağdaşlarına göre ‘şanslı’ görünse de,
toplumsal cinsiyet sarmalında yaşam mücadelesi sürdüren kadınlar; bilim,
felsefe, siyaset ve sanat alanındaki çaba ve yaratıcılıkları engellenmiştir.
Özellikle sanatta yaratıcılık halen erkeğin tekelinde görülen bir yaklaşımdır.
Ulus devletlerle belirginleşen üretim ilişkilerindeki değişim, kadının da toplumsal/kamusal
hayata katılımını zorunlu kılmıştır. Bu
zorunluluk aynı zamanda kadının özgürlük ve eşitlik mücadelesinde çeşitli
haklar elde etmesine de neden olmuştur. İster
kadın, ister erkek olsun; sanat üretenler için gerekli ortam ve imkan sunulduğu
vakit, hiç şüphesiz sanatın görkemi toplumu kucaklayacaktır. Ne mutlu,
eserleriyle iz bırakanlara!
Özden Çiçek
05.12.2019
/Hannover