TÜRKİYE MÜZİK TARİHİNDE KADIN BESTECİLER – 2
19. yüzyıl Avrupa`sında
‘sanat yaratıcılığının erkeklere mahsus’
olduğu düşüncesi Osmanlı döneminden başlayıp
günümüz Türkiye`sine kadar hangi
aşamalardan geçtiği ve de toplumsal koşul gerçeğinden hareketle kadın bestecilerin konumu hakkında kaynaklar
ışığında cevaplar bulmaya çalışalım. Tahmin edileceği gibi adlarına müzik
kaynaklarında sık rastlamasak da sadece sultanların haremlerinde çalıp söyleyen
yetenekli amatörlerden ibaret olmayan
kadın müzisyenler, kısıtlı imkanlarla eğitim almalarının yanı sıra esasta
kadınlık ve analık rolünü aksatmamaları halinde toplumsal/kamusal hayatın
içinde yer alabildiler. Yazılı kaynakların sınırlı olmasının dışında
patriyarkal toplum tarafından baskıya uğrayan
kadınların, hayat öyküleri ve eserlerinin izini sürmek elbette kolay
değildir.
Toplumların birbiriyle
kıyası elbette doğru olmadığı gibi bize objektif açılımlar sunmayacağı da
aşikardır. Toplumlararası sanat ürünlerini değerlendirirken kendi iç
dinamikleriyle ortaya çıkan ürünler ışığında ele alınmalıdır. Turhan Taşan`ın ‘Kadın Besteciler’ adlı eserinde belirlemesine göre 17. yüzyıl Osmanlı döneminden bugüne değin yüz altmış
kadın besteciden söz edilir, ancak kimilerinin hayat hikaye ve eserleri
konusunda bilgi oldukça sınırlıdır. Üstelik adı geçen kadın besteciler
toplumsal cinsiyete bağlı olarak kültürel, sosyal ve dini koşullardan kaynaklı
değil müzik üretmek, kadın olarak var olmanın mücadelesi ile geçen süreçlerden
ille de söz etmek gerekir. Dünya konjonktüründe feminizm dalgası bir biçimiyle
Osmanlı`nın batılılaşma süreci içersinde daha bir kendisini gösterirken, ilerleyen
zaman içersinde daha da belirgin bir hale gelmiştir.
Tanzimat Fermanı(1839) ve Islahat
Fermanı(1856) ile toplumsal yaşamda kimi değişikliklerle birlikte kadının
statüsünde de bazı değişiklikleri oluşturmaya başladı. En başta kadının eğitim
alma hakkına ulaşması önemli bir gelişme olarak kayda geçer, böylelikle sanat
ve toplumsal hayata dair yer bulma çabası daha bir görülür olacaktır. Dönemin
yazar ve aydınları bu gelişmeyi desteklerken, toplumsal hayata indirgenmesi
kolay olmayacaktır. Ancak kadının eğitim alması yönünde destekleyici tavrın
özünü, devlete faydalı bireyler yetiştiren anne olması amacı güdülmüştür.
1859`da kızlar ortaokul
eğitimine (Rüşdiyeler), 1880 yılında
da lise eğitimine(İdadiler)
ulaşabiliyorlar. Ancak lise eğitimi uzun süre İstanbul dışında sağlanamadığını
belirtmek gerekiyor. Yine bugünkü adıyla Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi`ne
1914 yılında itibaren kadınlar Sanayi-i Nefise Mektebi`nde müzik
eğitimine dahil olmaya başlamışlardır.
Sosyal, siyasal ve
kültürel anlamda genel bir panoramanın ardından Osmanlı döneminden günümüze
değin müzik atlasına geçmek gerekiyor. Öncelikle farklı kültür ve
medeniyetlerin geçtiği Anadolu coğrafyasında Osmanlı saray müziği/geleneksel
sanat müziği; Ortadoğu coğrafyasından Bizans dönemine kadar uzanan makamların
buluştuğu ve birleştiği bir tür olarak karşımıza çıkar. Hatta batı ve doğudan
gelen sanat ve müzik insanlarının buluştuğu bir yer haline gelen İstanbul`un
ayrı bir önemi vardır. Diğer yandan İslam gelenekleri, kadın ve erkeğin bulunduğu
mekanları mutlak surette ayırdığı için 19. yüzyıla kadar dünyada ve Osmanlı`da
kadın ve erkeğin dünyası birbirine oldukça mesafelidir. İslam geleneğinde
kadın; mahremiyet ve özelde yer alırken, erkek ise kamusal alan ve dış dünya
ile içli dışlıdır, tıpkı Clara Zetkin`in
tarif ettiği gibi; kadının tek dünyası
evi iken, erkeğin evi ise dünyadır. Bu nedenle Osmanlı`da şarkı
söyleyebilenler gayrımüslim kadınlar olduğu bilinir, ancak 19. yüzyıl
itibariyle kadının sanat ve özelde müzisyen kimliğiyle toplumsal hayatta yer
edinmesi epey bir mücadeleyi gerektirecektir. Osmanlı`da müzik eğitimi 2. Murat döneminde yani 15. yüzyıldan
itibaren saray okulu olan Enderun-ı
Hümayun ve 1830`ların başında saray müzik okulu olan Mızıka-yı Hümayun olarak kayda geçer. Yine sarayda Harem-i Hümayun`da ise kadınlara mahsus
müzik eğitimi verilirdi. Müzik dersleri saraydaki öğretmenlerin yanı sıra
dışardan gelen öğretmenler de mevcuttu. 19. yüzyılın başından itibaren
batılılaşma ve yenilenme hareketlerinin sonucu olarak müzik eğitiminde de
çeşitli değişikliklere gidildi. İlk olarak 1826`da Mızıka-i Hümayun ile resmi anlamda ilk orkestra kurulurken daha
sonra da Askeri Mızıka Bandosu onu
takip eder. Bu sayede batı menşeili sanat türlerinden opera, operet, orkestra ve
tiyatro alanında eserler azar azar
sergilenmeye başlar.
Osmanlı dönemi bestecilerinden Reftar Kalfa'nın 1648-1687 yılları arasında yaşamış olacağı belirtilirken, günümüze ulaşan belgelerde Reftar Kalfa'nın tanbur çaldığı öne
sürülmektedir. Reftar Kalfa`dan sonra
Dilhayat Kalfa ise 1700`lü yıllarda
yaşadığı tahmin edilmekle birlikte
günümüze ulaşan besteleri ise geleneksel sanat müziğine teknik ve
estetik açıdan önemli katkılar sunduğu
belirtilir. Yine Abdülmecid
döneminde Saray-ı Hümayun`da piyano
öğretmenliği yapan kadın müzisyen Dürri-i
Nigar aynı zamanda Saray Kadınlar
Orkestrası`nda birinci keman olduğu belirtilir. Bu dönemde müzik eğitimi
alan Leyla Saz(1850-1936) kendi anılarını anlattığı kitabında bu
dönemde kurulan Harem-i Hümayun Bandosu`ndan
da söz eder. Osmanlı padişahlarının çocukları içersinde de müzik eğitimi
alanlara rastlıyoruz. Hatta ismi geçen kimi kadın müzisyenlerin sarayın
olanakları sayesinde yurtdışında müzik eğitimi alabilmişlerdir. Bunlardan
bazıları 2. Abdulhamid`ın kızı Ayşe Sultan Osmanoğlu(1887-1960) klasik
müzik eğitimi almasıyla birlikte 12 yaşından itibaren beste yapmaya başladığı
söylenir. 4. Murat`ın kızı Hadice Sultan(1870-1938) ise askeri
marşların dışında valsler bestelemiştir. Fehime
Sultan(1875-1929) da 4. Murat`ın
bir başka kızıdır o da piyano eserleri veren bir bestecidir. Piyano eserlerini
dışında tango, zeybek, marş ve şarkılar besteleyen Neveser Kökdeş(1904-1962) dönemin önemli kadın bestecilerden biri
olarak kayda geçerken, Nazife Güran(1921-1993)
ise Yahya Kemal ve Ahmet Haşim gibi şairlerin şiirlerini
bestelemiş, teksesli ve çoksesli ses eserleri, piyano için de eserler kaleme almış önemli bir
bestecidir.
1917 yılından itibaren bugünkü adı İstanbul
Belediyesi Devlet Konservatuvarı olan Dârülelhan
`da geleneksel tiyatronun yanı sıra Türk müziği alanında kadın ve erkekler
ayrı ayrı müzik eğitimi almaya başlarlar. Zamanla ders müfredatında enstrüman
eğitimi, armoni gibi derslerle geliştirilir, bu dönemden itibaren enstrüman
eğitimi veren kadın öğretmenlerin adları duyulmaya başlar: Udi Hayriye Örs, kanuni Muazzez Yurcu, kemani Kevser,... ders
verenlerden bazılarıdır.
1923 yılında Cumhuriyet`in ilanıyla birlikte eğitim
alanında yapılan değişikliklere bağlı olarak
eğitimin birleştirilmesi(Tevhid-i
Tedrisat) ile bugünkü adıyla Ankara Devlet Konservatuvarı olan Musik-i Muallim Mektebi(1924) açılır.
Okulun ilk eğitim ve öğretim yılında kız
öğrencilerle birlikte kayıtlı öğrenci sayısının yetmiş olduğu bildirilir. Yine
ulus devlet yapılanması sürecinde müzikte ulusal birliği oluşturmak
gerekçesiyle, geleneksel sanat müziğine karşı gösterilen mesafe ve hatta
radyolarda yasaklı olduğu dönemleri hatırlayacak olursak; diğer konularda
olduğu gibi sanatta da batılaşma çabaları nedeniyle klasik batı müziğinin
eğitim müziği olması yönünde kesin bir karar vardır. Dönemin bestecileri kimi
eserlerini halk müziğinin olanaklarını kullanılarak yazmışlardır. Cumhuriyet
dönemi demişken yine Mustafa Kemal`in
söylev ve demeçlerinde kadının eğitimi konusunda erkekle eşit olması gerektiğini söyler, hatta kadınların toplumda
görevini iyi yapabilmesi için çok sağlam bilgilerle donanıp, faziletli
olmalıdır, eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorsa erkekten daha çok
bilgili olması gerekir, görüşündedir. Cumhuriyet döneminde kadın, bir
biçimiyle aile metaforu içersinde bir ulusun ifadesi olarak duruyor. Bu
anlamıyla ulus devlet yaratma çabası içerisinde kadının eğitim alması ve
meslek sahibi olmasının dışında,
kadınlık ve analık görevini en önemli görev olarak bahşediliyor!
Saray ve çevresinde
şekillenen geleneksel sanat müziğinin gelişimi yine sarayda yürütülen eğitimden
kaynaklandığını söylemek gerekiyor. Yazıya konu olması nedeniyle klasik batı
müziği disiplininde eğitim alan kadın müzisyenlerden söz edildiği için, sarayın
dışında özellikle Anadolu`da aşıklık geleneği içerisinde eserler sunan az da
olsa Şerife Soykan, Dudu Karabıyık... gibi kadın aşıkların da var
olduğunu şimdilik bir cümle ile geçelim.
20. yüzyıla kadar saray
ve çevresindeki kadın müzisyenler bestecilikten daha çok icracılığa yönelmişlerdir.
Yazının en başında da söylendiği gibi yaratıcılık mitinin erkeklere mahsus olduğu fikri hakimiyetini korumasının yanında,
kültürel ve dini tutum nedeniyle kadının toplumsal hayata katılmasını zaten güç
kılacaktır. Yine kadın müzisyenlere dair en bilindik kaynakların başında
duvarları süsleyen minyatürler gelir. Tef, ney, kanun,tambur... gibi
enstrümanları icra eden kadın görüntülerinin dışında, eğlence ortamlarında dans
edip, şarkı söyleyen kadın resimlerine
fazlasıyla rastlarız. Cumhuriyet`in ilerleyen dönemlerinden itibaren kadın
müzisyenler gerek enstrüman icrası ve gerekse bestecilik anlamında gelişme
kaydetmiştir. Klasik batı müziği eğitimi
almış yakın dönem kimi bestecilerin adından söz edecek olursak; Sıdıka Özdil(1960-), Perihan Önder-Ridder(1960-) , Nihan Atlığ(1960-), İpek Mine Sonakın(1966-), Ayşe
Tütüncü(1960-), Ayşe Önder(1973-)-
Zeynep Gedizlioğlu(1977-)...
sıralanabilinir.
Enstrüman eğitimini
tamamlamış epeyce kadın virtüöz olduğunu biliyoruz, yazının amacı özellikle
bestecilik alanında kadın külliyatından söz etmektir. Diğer yandan Ayla Erduran, Suna Kan, İdil Biret gibi önemli icracıları tabii ki es geçmiyoruz.
Yine orkestralarda ilk kadın başkemancı ise Gülden
Turalı(1936-2002)`nın ismine rastlıyoruz.
Halihazırda Türkiye genelinde on civarında bestecilik eğitimi veren
eğitim kurumlarında, kadın öğrenci sayısı yeterli düzeyde değildir. Buna
paralel şeflik eğitimi alan kadın sayısı ise
daha da azdır. İlk kadın orkestra şefi İnci Özdil(1960-) en son olarak
Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası`nı yönetmiştir. Güncel bilgi olması
açısından İstanbul Devlet Senfoni
Orkestrası ve Cumhurbaşkanlığı
Senfoni Orkestrası`nda kadın
enstrümanist sayısı orkestra üye sayısının hemen hemen yarısını oluşturuyor.
Bu da özellikle enstrüman icrasında
kadınların ilgi ve çaba gösterdiklerinin bir sonucu olarak kayda geçilmelidir.
Geleneksel halk müziğinde de fark edildiği üzere ileri düzeyde saz/bağlama
çalabilen kadın müzisyenler azımsanmayacak sayıdadır.
Gecikmeli de olsa
toplumsal cinsiyet temasıyla birlikte sanat üretiminde kadın sorunu üzerine
bilimsel çalışma, makale ve tezlerin
olduğunu biliyoruz. Konu bağlamında; Turhan
Taşan`ın ‘Kadın Besteciler’ (Pan
Yayıncılık/2000) isimli kitabının yanı sıra Selen Gülün`ün derlediği ‘Türkiye`de
Kadın Ve Müzik’ (İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları/2019) adlı iki
önemli kaynak kitap öne çıkıyor. Yine içinde müzik olmasa da Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi
Vakfı (1990) ve de internet kaynağı
açısından İstanbul Kadın Müzesi(2012)
bilgi ve arşiv kaynağı olarak görev yapmaktalar. Ayrıca böylesine
derinlikli bir konuyu bir kaç sayfaya
sığdırmak elbette mümkün değil, genel bilgiler sayesinde kadının sanat/müzik
tarihinine yeniden bakabilme düşüncesiyle hazırlanmış bir yazı olduğunu
belirtelim.
Görüldüğü gibi kadın
müzisyenlerin tarihi, çok yakın denilebilecek bir zaman dilimini kapsayan yüz yıl öncesinde eğitim hakkının elde
edilmesiyle başlıyor. Türkiye toplumunda da
bırakın sanat üretimini, kadının adı yeni yeni tarih sahnesinde yerini
alıyor. Bilindiği üzere sanat üretimi de dahil yapılan tüm işler, zihinsel ya
da biyolojik sebep olmaktan öte; aksine toplumsal cinsiyetin üretttiği sebepler
nedeniyle engellendiği bilinen bir gerçektir. O nedenle bugün bile kadının
sanat/müzik alanında üretimlerde bulunabilmesi öncelikle, eğitim hakkı başta
olmak üzere toplumsal hayata katılımını
engelleyen her türlü baskıya karşı çıkmasıyla mümkün görünüyor.
Özellikle İslami gelenek
ve kültürü içinde yaşayan kadınlar,
toplumsal hayatın görünmeyenleri oldukları gibi, üreme potansiyelinin dışında
erkeklere yardım etmek ve onları desteklemek en birinci görevleri olmuştur,
hatta bu görevler büyük oranda güncelliğini korumaktadır. Kadına yüklenen bu
görevler o`nun kendi değer ve yeteneklerinin farkına varmalarını epey
geciktirmiştir. Artık toplumsal hayata gecikmemek gerektiğini kavrayıp, bunun
için mücadele yürüten kadınların var olduğu ve hatta görünür olduklarını
biliyoruz. Türkiye toplumunda sanat/müzik üretiminde her gün yeni yeni isimlere
rastlıyor olmamız hayatı daha da güzelleştirip, derinleştirecektir. Özgür yaşam
temennisiyle, çaba ve çalışmaya devam!..
Özden Çiçek
02.02.2020/ Hannover